14.12.10

kelimelerin titreşimi

bin sus yolladım
bul aradığın sesi
...

neden gözlerin faltaşı gibi açıldı güzel kuş?? senin tarihini de öldüren mi var?

Burası Valencia..  şehri tanıma telaşı içinde, zamanla yarışırken çekilmiş bir fotoğraf. Bütün grup diğer sokakları keşfederken bakıştığım koca gözlü kuş..
Galata'da en anlamlı duvar resmini kapatmışlar oysa ki .... Boyamışlar, yok etmişler.
                                                        bu resim artık beyaz bir duvar
Nazım Hikmet'in Hiroşima şiirinin kitaplardan, hafızalardan silinmesi gibi bir şey. Ne kadar acımasızsınız sayın restorasyoncular, sayın mimarlar, sayın boyacı, sayın beyaz badana, sayın fırça. Hepiniz biraraya gelmişsiniz, güzelim resmi kafalarınız kadar sade ve boş bir duvar haline getirmişsiniz. O duvarın bir dili, şiiri, yoldan geçenlere söyleyecek bir sözü vardı halbuki .................  derken aklıma düştü yeniden Allianoi.
 
Hökümet Antik kenti dandik bir mezarlığa döndürdü çünkü. Biz de seyrettik, toprağı bol olsun dedik mi içimizden? Tamam, demedik de demiş kadar olduk. Üstünü örttük, severiz üstünü örtmeyi, ötelemeyi. 50 yıl boyunca tarlalarımızı sulayıp patatesler yetiştireceğiz, potasyum alacak ve bir gün ölüp gidecek toprağa karışacağız. Hiç güzel şeyler söylenmeyecek arkamızdan sayın Kültür ve Turizm Bakanı, sayın Başbakan ve diğer sayın boş boş olanlara bakanlar. Ne yazmalı, ne söylemeli sizlere. Bir gün Haydarpaşa'yı yakarız bir gün Allianoi'yi gömeriz, söyle bakalım biz neyiz??

dünyanın merkezi

fotoğraf: eda d.

seyir

fotoğraf eda d.

10.9.10

geceperest


uykucuktan yalanlar kıvıran sevdiceğim
bebeklikten geceyi seven
korkularına inat karanlığa sığınan
güneş gözünü alınca geri isteyen utanmasız,
sadecik
beyazcık masum prenses
bu senin şarkındır;

dün bir rüya gördüm
gökyüzünde 3 tane dolunay vardı
sen balkondan balonlar atıyordun
gökyüzüne kaçıyordu hediyelerin
babaannenin düğününü seyrediyordun
uçurtma gibi uçarıydın
zamansızdın
aşınmamıştı hayallerin
hayat henüz sana 'hayır' diyecek gücü toparlayamamıştı kendinde
gülücüklerine bayılıyordu tanrılar
sen gülünce
şehir gülerdi
ağlasan kediler de ağlardı

sen küçücükken baban sana hemen unutacağın masallar anlatırdı
büyüyünce o geceleri düşün diye
hafızanı oralarda bıraktın
aramaya da dönmedin

bilirsin
gece insanları bir geceden iki gün damıtır
daha çok çok yaşar, sever
düşlemeye, incinmeye, okumaya
varolmaya daha bir sarılır
yorganı yıldızdandır

bilirsin, birileri de bu dünyada
koşmamalıdır
düşünmek varken, beklemek
şiir yazmak saat 2.27'de
özlemek varken annenin elinin üstündeki ben'i

dar vakitler geceye uymaz,
zaman genişleyen bir kavramdır
ne kadar genişse, içini o kadar doldurur uykusuzlar
hem
gece uykusuzları rüya bekçisidir
sokak lambalarının nöbetçisidir
birileri herşeyi tüketirken
gececiler gölge biriktirmelidir

bilirsin gece kabusları da
gündüzün zehridir


sen gençledin sonra..
gecelerin yardımıyla,
aşkı anladın
hayat 'hayır'lara başladı
hayırdır dedin

kaygı nedir bilmezdin,
zamana bırakmak ona direnmenin
gündüzün kör eden gerçeğini örtmenin
en iyi yoluydu
rağmen büyüdün

saat 3.47 .. bir gece daha
dudaklarını beyazlattı endişelerin
memelerin acıyor
kaşını ortasında iki çizgi
hayalinde, sırtında yıldızdan bir pelerin
sabahları örtelim
acılar derin

15.Kasim.08 / eda d.

17.5.10

masal

az varmış
çok varmış
bir de baktım
'hiç' yokmuş
...

3.Ekim.2009 / eda d.

kelime cinayetleri

bir kelime
kaç cinayet işleyebilir?
birini öldürmek için aynı kelimeyi kaç kere tekrarlamalı
ya da hiç söylememeli?

kelimelerin zehri nasıl bir şeydir?
sıvı, akışkan, kızıl...
tek bir kelime mi öldürür bir insanı?
yoksa yanyana gelince daha etkili bir karışım mı oluştururlar?

kötü bi kelime nasıl kokar?
ekşi.. acı...
kıvrımlı mıdır
sert mi

söylenen ve söyleyene göre değişir mi anlam?
hece...

ben bir tek kelimeyle 10 cinayet işlemek istiyorum
bazen
hatta sıklıkla

kelimeyi bulamadım henüz

bulursam eğer, okursunuz gazetelerde
'ölüm sebebi bulunamadı'

bu bizim sırrımız olur o zaman
'kelime cinayetleri'..

etkili, kesin, acısız
ama sızısı bol
dönüşü yok...

ne sherlock holmes çözebilir böyle bir şeyi,
ne de agatha christie akıl edebilir

lütfen kimseye anlatmayın
bir katil olduğumu
aramızda kalsın

yoksa
gün olur
tek bir kelimeyle ölürsünüz
belli mi olur????

18.Ağustos.2008 / eda d.

fanzin

Bazen antidepresan etkisi yapar fanzinler ya da istediğiniz baş ağrısını yaratırlar. Evet evet baş ağrısı da gereklidir. Kelimelerden hazineler yaratan, hayata sorular soran başkaldırı alfabeleri. Alfabenin Z'sinden başlayan aykırı bakış açıları.Olağana karşı çıkar, 'O öyle değil bir kere' derler. Bir kere bağımsızdırlar, kuralsızdırlar, meydan okurlar...

Kısa süreli de olsa da varlığını bağırmanın zevkini tadar fanzin yazarı. Bir kişi okumuş, on kişi okumuş farketmez, mesele ego değildir. Sokağın dilini kullanır, çıplak yalan ya da sihirli gerçeklerden dem vururlar. Bu yüzden bulunca yutarcasına okumak gerekir. Başka hayatlar, başka dünyalar nasıl da büyüleyicidir. Her gün okuduğumuz kopyala yapıştır köşe yazarlarından, aynı cevaplara sorulan ezber sorulardan, fotokopi politikacılardan, şaşırtmayan yazarlardan, kısaca sıradandan sıkılanlara kısa süreli hayat öpücüğü sunarlar.

Aslında di'li geçmiş zamanda yazılmalıydı bu yazı. Çünkü fanzinlerin yerini bloglar aldı. Varolmanın dayanılmaz ağırlığını hafifletmek için yazıyoruz. Dünyaya Ceeaa diyoruz. Ama ara sokaklarda, fotokopicilerde bulduğum nadide bir fanzinin yeri başkadır benim için. Fanzinin derdi sokaktır çünkü, kafayı netten kaldırıp şehre bakmak gerekir. Ve o şehrin manzarasının tadı bir başkadır, bambaşkadır...

10.5.10

Mary arkadaşım olur musun?


Lise 2'de İzmir'e taşınınca geride bıraktığım arkadaşlarımdan bir sürü mektup almıştım. Hala saklar, arada okurum. Mektubunu yanıtladığım arkadaşımla hala dostuz, yanıtlamadıklarımla unuttuk birbirimizi. Üniversitede Saşa'ya mektuplar yazardım. Gönderilmeyen mektuplar, Saşa adında bir arkadaşım olmadı hiç. Hayali arkadaşlar için geç kalmıştım, yazışma kısa sürdü.
Annemin dayıma yazdığı mektupları unutamam. Son derece kibar ve kırılgan bir dilde yazılmışlardı. Annemin dayıma 'nasılsınız abiciğim, saadettesinizdir inşalah?' dediğini hiç duymadığım için şaşkınlıkla okumuştum. Annem kısaca ' o zamanlar öyleydi' dedi. Sabahattin Ali'nin kız arkadaşına evlenme teklif ettiği mektubu vardır bir de. Sen benimle evlen, yoksa işin zor.. burnun da kocaman zaten gibi ultra dürüst bir üslupta yazdığı mektubuna hakettiği gibi bir yanıt aldığını hatırlıyorum ( Başın Öne Eğilmesin- Hıfzı Topuz). Sonra Kafka'nın mektupları var. The Cure'ün bence en güzel şarkısı To Letter to Elise Kafka'nın "Letters to Felice"inden esinlenerek yazılmış: http://fizy.com/q/tehe%20cure#s/1d7d91 .
Bir yazarı, sanatçıyı tanımanın ve anlamanın, mahremiyetine dokunmanın yolu mektuplarını okumak. Aragon, Kafka, Bedri Rahmi'yi ve nicelerini tanımamı sağladılar.. aşk mektuplarının bazılarında düşkırıklığı yaşasam da okuduklarımdan çok şey öğrendim.

Mary ve Max'i mektup kelimesinin ne zaman kaybolacağını düşünerek seyrettim . Ne de olsa artık birbirimize e-posta gönderiyoruz. Teknoloji çöplüğüne gidecek güzellemeler, klavyeden damlayan gözyaşları, tek tuş öpücükler, virüs içerebilen kucaklaşmalar.. Birbirimizi çok sevdiğimizi nedense herkesin bilmesini istiyor, hayatımız yoluna girsin diye bir mesajı dokuz kişiye yolluyoruz. Dualarımız bile elektronik posta. Cennet garantili ...

Filme gelirsek; Mary'nin yalnızlığına bulduğu harika çözümle başlayan mektup arkadaşlığı kırılmalar olsa da yıllarca sürüyor. Mary ile beraber biz de büyüyoruz ve filmin sonunda en çocuk gözyaşlarımızı dökerken Mary'e bir mektup yazma isteğiyle kalakalıyoruz. En yakın arkadaşımızı aramak için saatimize bakıyor (doğru tahmin, lisedeki mektup arkadaşım), kedimizi öpüp uyuyoruz. Yani ben öyle yaptım :) Size de tavsiye ederim....

8.5.10

süveyda



iç dehlizlerin son kapısına ak kapıya beyaz mürekkeple yazdım nefretlerimi

7. kapıdır ak kapı ve 'O ÜLKE' ye açılır...
ak kapının anahtarı, 7 denize dökülen firuze nehre atılmıştır.
firuze nehrin 7 balığından en mahçubu yutmuştur anahtarı oracıkta.

7 balığın en mahçubu, nehir kenarında kağıttan kayığıyla gezinen kekik kokulu bir kıza aşık olmuş, onun akvaryumunda sonsuza dek yaşamaya razı olmuştur.
anahtarın tansığına yorarlar dedeler bu aşkı...

'o ülke'ye gitmek için ak kapıyı açmak gerekir.
ak kapıyı açmak için;o kekik kokulu kızı ve mahçup balığı bulmak ...

kekik kokulu kız taş ormanın en sonunda, 1000 balonla gökte asılı, rüzgarlarla sallanan küçük kulübesinde oturur.

Herkes bilir; taş ormanın yolları düğümlüdür. düğümü tek bir bilmece çözer sadece.

bilmecenin cevabı 'suveyda'dır.
ama sorusu kayıptır.
bilmece efsununu kaybetmiştir.

derler ki; bilmecenin sorusu ak kapının diğer yüzüne karakalemle yazılmıştır.

derler ki... ak kapıdan beyaz mürekkeple yazılmış nefretleri silebilene, siyah mühür,
bilmecenin sorusu görünecektir.

derler ki; beyaz mürekkebi silmenin tek yolu
süveyda'yı çözmekten geçer.....

30.Temmuz.2008 / eda d.

6.5.10

labirent

senin için bir başak tarlası
başkasının labirenti olabilir...
aynı anda hem ödlek
hem kahraman olabilirsin
bakan göze göre...
kapat o gözleri
hayal ettiğin yerdesin

oturduğun yer uçsuz bir merdiven değil
bir filin hortumu
aşağıya düşmeye hazır olmazsan
her yer kırmızı
kendin atlarsan,
belki gökyüzündesin...

kendine doğrultulmuş bir silahsın
barut kokusu hazzın
bu gece ne kadar korkuyorsan ölümden
o kadar sağnaksın
sabah bir şehre uzun bir yağmur olarak yağacaksın
bir ninenin ağzında nazar duası olacaksın


ruhların izini sürme
karakalem hafızasın
dizleri kanarken acısına gülen çocuk
çorapları sökülen gelin bebek
yün yün örülen gelecek
çile
birbirine teğellenen heceler
annemin dilinde bir bilmece

alışamadığın sigaralar kadar ateşin
kültablan başucunda
içinde vasiyetin

bilmeceyi kim çözdü ki annecim

15.Aralık.2008 / eda d.

5.5.10

özgür


özgür 32 yaşında adına yolculuğa çıktı
tek gidiş
beraber büyümüştük, zordu...
onun için zordu ve ben bunu yıllar sonra anladım,
çok yalnızdı, çok çocuktuk;

küçüktüm
kalbimin yerini öğretti bir çocuk
bir çocuk kocaman bir yalnızlığı ne kadar taşıyabilirse
o kadar taşıdı
üstünden atmak istediğinde
uyku hapları ordaydı

bir ölümü anlayabilmek için
kaç tanesini tatmalı
bir intiharı anlayabilmek için
gidenin çocukluğuna bakmalı

başak tarlalarında birbirine değen iki el
anlamını bilmeden paylaşılan utanç
saklanan anne özlemi
bekleyiş
ihtilal günleri

kapı önlerini süpürmekle temizlenmeyen gün
kirli elli pamuk dede
balkonda kızını bekleyen anneanne
sıkıyönetim
kutlanmayan doğum günlerinde gelen bir hediye
ben seni bu mikroskoptan görebilir miyim anne?

annem dünyayı kurtarıyor
annem polisten kaçıyor
sokağa çıkma yasağı
dedeyle her gece, saygı duruşunda dinlenen istiklal marşı

anlamak için fazla küçüğüz

çocukluğumu o başak tarlasında düşürdüm
ellerimden kaydı gülüşüm
şimdi akmayan bir gözyaşıyım
dünyanın en zor sorusuyum
ve
cevabımı yanımda götürdüm

11.Kasım.2008 / eda d.

http://ozgurkurtulus.org/

4.5.10

1 Mayıs'a yukarıdan bakmak





1 Mayıs sabah evden Taksim'e yürürken hep çatılara baktım. 1977'de ilk ölen kişinin yaşadığı anlık düş kırıklığını ve acıyı, bulaşıcı korkuyu, insan avını düşündüm ve bu gece aşağıdaki fotoğrafı buldum.

Yukarıda birileri vardı ve karanlık bakışlarının ardından sinsi gülümsüyorlardı. Yukarıdaki insanlar 'dünya güzel bir yer olmasın, insanlar hakları için biraraya gelemesinler' diye meydanlara ateş açmışlardı. Türkiyenin faili meçhuller listesine +37, 1 Mayıs'ta ilk silah sesinden sonra hızla eklendi.
Hayat filmlerdeki gibi olsaydı Gandalf gelir, karanlık güçleri defeder bizim Orta Dünya kurtulurdu. ama öyle değil işte hayat...
Neyse ki 2010'da işçilere Taksim'i geri verdiler. Ben de gidip kuşları, çatıdan bakan teyzeleri, pankartları fotoğrafladım. Bilen birinden okumak isterseniz iste güzel bir 1 Mayıs yazısı; http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&Date=&ArticleID=994451

Polis bariyerlerin arkasındaydı, biz meydandakiler içinde. Tüm alan bariyerlerle çevrilmişti, koca bir kafes. kim daha özgürdü acaba??

Halkta sosyalizm bilinci oluşturmak için anadoluya yaptığı seyahatlerde, "siz fakirsiniz, başkaları zengin buna nasıl tahammül ediyorsunuz?" sorusuna "beş parmağın beşi bir mi?" cevabını alınca çok üzülürmüş Behice Boran (Osman Yüksel Serdengeçti- Mabedsiz Şehir).
İzmir'in beldelerinde derin sınıfsal uçurumları köylü bir amcaya anlatmaya çalışan ve oy isteyen arkadaşım da son çare ' bak dayı sen çorba içiyorsun, bize oy verirsen et yemeye başlayacaksın. artık fakir olmayacaksın' deyince adam kızmış; ' allaha şükür içecek bir tas çorbamız var' demiş... Arada epey yıl farkı var ama hikayeler aynı. Bazı şeylerin değişmemesi çok üzücü. Behice Boran'ı daha iyi tanımak için okuyun: http://www.odatv.com/n.php?n=iste-100-yasinda-bir-devrimcinin-hikayesi-0105101200






3.5.10

kağıttan gemiler kütüphanesi

birbirimize kağıttan gemilerle kavuşan harflerdik
yaklaştıkça dağılırdı mürekkep
cümlenin kaynağı olmanın hazzıyla tutunurduk hecelere
titrerdi anlam
.
.
.
sözlük anlamının dışına çıkmayı severdik
en çok
aynı anda hem ışık hem karanlık
hem ses hem sus olmayı
denerdik
yaramazdık, usluyken...
.
.
.
zaman, virgülümüzdü
üç nokta gecemiz...
kızınca! ünlemin yanında biterdik
.
.
.
bazen
ölü dillerin yasını tutar
son kelimenin başında nöbet beklerdik
.
.
.
hayat bizim için kütüphaneydi
kapanan bir kitabın çınlayışında ürperir
yeni gelen birinin öğrendiği her imgede
ağlardık
.
.
.
hayat bir cümleye aşık olmak
ona tutunurken yeni bir hece olmaktı
.
.
.
hep yeniden
yeniden
yeni bir anlam olmaktı
aşk
.
.
.

3. Mart.2009 / eda d.

19.4.10

iki ünlem

kelimeleri köpürten ünlemler
üfleyince uçan sayfalar
gibi geçtik sokaklardan

ıslanmadan yürüyeceksek
yağmurlar niye var? dedim

anlayarak baktı
ya da ben öyle sandım
bakışı buluttandı
ağladı mı?
ben mi öyle istedim?

gözyaşlarına mavi bir şemsiye açtım
üstüme yağdı bütün gün
kaçmadım...

26.Şubat.2010 / eda d.

16.4.10

duvarlar neler söyler



bomba düşmek üzere,son saniyeler...
herşey son anının acılı yüzüyle bağıran küçük kızı sokakta gördüğümüz gün başladı. her gün önünden geçtiğim ve her nasılsa dikkat etmediğim bu harika stencil'i görünce Fırat bir anda durdu ve ' bu Banksy mi?' dedi.. bilmem... değil sanırım..
aynı gün film festivali için bilet seçmeye Deniz Palas'a gittik. aaaaa... festivaldeki bir belgeselin yönetmeni de Banksy'di. bu nasıl mutlu bir tesadüftü, kozmik şaka mıydı neydi vesaire vesaire.. filme gidildi, banksy hakkında ne bulunduysa okundu ve galata sokaklarında graffiti keşfine çıkıldı. sonuçlar taze taze burada.
banksy'i yakından tanımak isteyenler, buyrun buradan okuyun: http://www.timeoutistanbul.com/s77152/sanat/banksy_roportaji

buradan bir hırsız geçmiş.. tahminen sabaha karşı dörtte. en derin uykularda koşmuş çatıdan çatıya. telaşlı.. çaldığı neymiş? galata kulesinin tam altındayız, kafe Gündoğdu'nun çatısı. Haydi kuleyi 528'de yaptıran Anastasius'u takmıyorsun. Fatih Sultan Mehmet'tende mi utanmadın be adam? Gölgen yapışmış duvarlara, arafta koşuyorsun..

'Biz mutlu çocuklardık, dünyayı değiştireceğimize inanıyorduk' dedi eski bir devrimci arkadaşım. Özenmemek mümkün mü?
Sorgulamayı, karşı çıkmayı, devrim rüyalarını unuttuğumuzu söylüyor bu duvar resmi.. Anarşist, feminist, özgür ruh Emma Goldman buralarda sanki;

"bizler, barışsever insanlar olduğunu iddia eden amerikalılarız. kan dökmekten nefret ederiz: şiddete karşıyız. ama şehrin korumasız insanlarının üstüne, uçan makinalarla dinamit bombaları atma fırsatı olduğunda da, zevkten kıvranırız. ekonomik zorunluluklar yüzünden, bir endüstri kodamanının canına kastedip kendi hayatına riske atan birini asmaya, elektrikli sandalyeye oturtmaya, ya da linç etmeye hazırızdır. ve de amerika'nın yeryüzündeki en güçlü ulus olduğunu ve nihayet demir pençelerini diğer ulusların boynuna yapıştıracağını düşündüğümüzde, koltuklarımız kabarır.
işte vatanseverlik budur." emma goldman (1908'de yaptığı konuşmasından)


"kadının gelişimi, bağımsızlığı özgürlüğü kendisinden gelmelidir.ilk olarak kendisini bir seks objesi değil, bir kişilik olarak ortaya koymalıdır. ikincisi, hayatını basit, fakat zengin ve derin kılarak; kendi bedeni üzerinde başkalarının iddia ettiği tüm haklara karşı koymalı, istemediği sürece çocuk yapmamalı, tanrının, devletin, kocasının, ailesinin bir kulu olmaya karşı çıkmalıdır.bu da hayatın tüm karmaşıklığını ve özünü anlamaya çalışarak, yani kendini toplumun fikirlerinden ve yargılarından özgürleştirerek olur. "emma goldman

'Dans etmeyeceksem bu benim devrimim değildir' en ünlü sözü..
buyrun buradan devam edin: http://www.hafif.org/yazi/emma-goldman-dans-edemeyeceksem-bu