19.4.10

iki ünlem

kelimeleri köpürten ünlemler
üfleyince uçan sayfalar
gibi geçtik sokaklardan

ıslanmadan yürüyeceksek
yağmurlar niye var? dedim

anlayarak baktı
ya da ben öyle sandım
bakışı buluttandı
ağladı mı?
ben mi öyle istedim?

gözyaşlarına mavi bir şemsiye açtım
üstüme yağdı bütün gün
kaçmadım...

26.Şubat.2010 / eda d.

16.4.10

duvarlar neler söyler



bomba düşmek üzere,son saniyeler...
herşey son anının acılı yüzüyle bağıran küçük kızı sokakta gördüğümüz gün başladı. her gün önünden geçtiğim ve her nasılsa dikkat etmediğim bu harika stencil'i görünce Fırat bir anda durdu ve ' bu Banksy mi?' dedi.. bilmem... değil sanırım..
aynı gün film festivali için bilet seçmeye Deniz Palas'a gittik. aaaaa... festivaldeki bir belgeselin yönetmeni de Banksy'di. bu nasıl mutlu bir tesadüftü, kozmik şaka mıydı neydi vesaire vesaire.. filme gidildi, banksy hakkında ne bulunduysa okundu ve galata sokaklarında graffiti keşfine çıkıldı. sonuçlar taze taze burada.
banksy'i yakından tanımak isteyenler, buyrun buradan okuyun: http://www.timeoutistanbul.com/s77152/sanat/banksy_roportaji

buradan bir hırsız geçmiş.. tahminen sabaha karşı dörtte. en derin uykularda koşmuş çatıdan çatıya. telaşlı.. çaldığı neymiş? galata kulesinin tam altındayız, kafe Gündoğdu'nun çatısı. Haydi kuleyi 528'de yaptıran Anastasius'u takmıyorsun. Fatih Sultan Mehmet'tende mi utanmadın be adam? Gölgen yapışmış duvarlara, arafta koşuyorsun..

'Biz mutlu çocuklardık, dünyayı değiştireceğimize inanıyorduk' dedi eski bir devrimci arkadaşım. Özenmemek mümkün mü?
Sorgulamayı, karşı çıkmayı, devrim rüyalarını unuttuğumuzu söylüyor bu duvar resmi.. Anarşist, feminist, özgür ruh Emma Goldman buralarda sanki;

"bizler, barışsever insanlar olduğunu iddia eden amerikalılarız. kan dökmekten nefret ederiz: şiddete karşıyız. ama şehrin korumasız insanlarının üstüne, uçan makinalarla dinamit bombaları atma fırsatı olduğunda da, zevkten kıvranırız. ekonomik zorunluluklar yüzünden, bir endüstri kodamanının canına kastedip kendi hayatına riske atan birini asmaya, elektrikli sandalyeye oturtmaya, ya da linç etmeye hazırızdır. ve de amerika'nın yeryüzündeki en güçlü ulus olduğunu ve nihayet demir pençelerini diğer ulusların boynuna yapıştıracağını düşündüğümüzde, koltuklarımız kabarır.
işte vatanseverlik budur." emma goldman (1908'de yaptığı konuşmasından)


"kadının gelişimi, bağımsızlığı özgürlüğü kendisinden gelmelidir.ilk olarak kendisini bir seks objesi değil, bir kişilik olarak ortaya koymalıdır. ikincisi, hayatını basit, fakat zengin ve derin kılarak; kendi bedeni üzerinde başkalarının iddia ettiği tüm haklara karşı koymalı, istemediği sürece çocuk yapmamalı, tanrının, devletin, kocasının, ailesinin bir kulu olmaya karşı çıkmalıdır.bu da hayatın tüm karmaşıklığını ve özünü anlamaya çalışarak, yani kendini toplumun fikirlerinden ve yargılarından özgürleştirerek olur. "emma goldman

'Dans etmeyeceksem bu benim devrimim değildir' en ünlü sözü..
buyrun buradan devam edin: http://www.hafif.org/yazi/emma-goldman-dans-edemeyeceksem-bu




15.4.10

salıncak

aklımı salıncaklarda sallayarak büyüttüm
uçacağından ürkerim
ellerim bir türlü bırakmaz ipleri
zor terkederim oyunları
bazen düşerim.

4.Şubat.2009 / eda d.

12.4.10

mektup

gülüşünde bir pasta tadı. köprüde elini tuttum ilk, bir filmi mi anlatıyordun? dinlemeye vakit yoktu. kelimelerin tılsımına inanırım dedim, cümlelerin değiştirme gücüne. bakışların değişti. büyüdük mü?
değiştir o zaman beni dedin, muzip. istemem ki ben senin değişmeni.. omuzlarını silktin.
adımlarımızı sayıyordum, o an en asli görevim buydu sanki. kaç adım geçti bilmiyorum..
10 yıl belki 12..
kedinle yaşıyormuşsun. ben anlatanların yalancısıyım, uyku tutmuyormuş geceleri. bir sürü sevgilin olmuş. en çok birini sevmişsin, şarkıdaki gibi. direttim, söylemediler adını. ben değilim belli ki.

erguvan zamanı

kabarık etekli zaman
neden saklıyorsa bacaklarının arasında
şimdi'yi?
sonra anlıyoruz herşeyi
geçmiş oluyor


zaman mor'du o zaman
ağzımızı açınca ilk erguvan der
gülümserdik
günahlarımızı anlattıkça
giyindik masumiyetimizi
çırılçıplak

parmaklarımız gibi uzundu cümleler
anlam virtüözüydük

ne kadar anlatsak o kadar an'laşacaktık
... sustuk

zaman kazandı

3.Kasım.2009 / eda d.

8.4.10

galata


merdiven adları

merdivenden düşersen
çocukluğuna tutun...

basamakları sayıyordun
hayat, sana bunu öğretti
unut onları
tekerlemeni hatırla;
''bir üç beş yedi
bunu sana kim dedi
yolda kaldı tombul kedi''
//
merdivenler çocukluğumdur benim
bir yere ulaşmak için değil
oyun olsun diye çıkılan..
eller kelebek
ayaklar aceleci
korku ilk basamakta düşer cebinden
//
mesela
babaannemlerin evinin çatısına kadar uzanan
demir merdiven,
adı ; annemin telaşı'dır
bu merdivenlerden çıkınca gökyüzüne
annem de çocuk olur
yukarı çıktıkça hem sesi, hem kendi ufalır
benim kadar olur
merdiven bizi eşitler
onunla aynı boyda olmak komiktir
//
sonra bıldırcınım karşı parka uçunca
ağaca dayadığımız merdiven
adı; leylek'tir
ben uçamam, o uçar
kanatları tahtadandır
//
kuzenimin düştüğü merdivenin adını
yalnızlık koydum
fena cezalandırıldı
o zaman söyleyemedim
ama suçsuzdur
dedem onu sobada yakınca
bin masal da dillenmeden küllenmiştir
//
merdivenle vardığım hayatlardan sonra
aşağıya bakınca
üşürüm
bir iğde ağacının
gövdesine basamaklar çakılıp aynı zamanda hem ağaç
hem merdiven olmasının masalsılığını değil de
canının nasıl yandığını düşünürüm

30.Kasım.2008 / eda d.

4.4.10

dört

bugün üç şiir yazdım
üçe kadar saymayı öğrendi kedim...

koridorda karşılaştık edip'le
dedik ki
bu yaşanan tuhaf

fotoğrafları öpelim..

geçmiş gülsün
gıdıklansın hüzünlerim

ablamın pamuk prenses kostümü
siyah beyaz
anılar da mı öyle?
kurcalayıp, dürtelim...

bir elmayı ısırıp
masal tadalım
tada dönüşelim
.
.
.